Aileler Ve Okullar

Bir ailenin görevi; sevgi ve umut yaymak, acıyı kapsayıp düşünmeyi teşvik etmektir. Aile aynı zamanda çocukları zarardan korumalı, onları sosyal dünyayla tanıştırmalı ve gelişimlerini, gelecekteki nihai ayrışmalarını hedefleyecek şekilde desteklemelidir.

Çocuklar okula ‘’zihinlerinde bir aile’’ ile gelirler. Yaşamlarının ilk aylarında ve yıllarında içselleştirdikleri aile deneyimleri, anne-baba ilişkileri yeni deneyimlerini yansıtacakları bir arka plan olacaktır. Öğretmenlerle, akranlarla ilişkiler, ilk ilişkilerin nasıl şekillenip burada yoğun duyguların ne kadar kapsandığı ile yakından ilgilidir. Okulun ilk günlerinden itibaren gelişen öğretmen-öğrenci arasındaki aktarımda belirginleşen durumun, çocuğun gerçek anne-babasıyla kurduğu ilişkinin tıpatıp aynı olarak alınmaması gerektiğini vurgulayalım. Eğer çocuk öğretmenden sürekli sert ya da olumsuz bir eleştirel tutum beklentisi içindeyse, anne babanın fazla titiz olduğu düşünülebilir. Diğer taraftan, aslında çok yumuşak ve affedici oldukları halde neden bu kadar kaygılı bir çocukları olduğunu anlayamıyor da olabilirler. İç dünya dış dünyanın kopyası değildir; daha ziyade, deneyim ile çocuğun bu deneyimle ne yaptığının karmaşık bir bileşeninden oluşur.

Elbette ailenin de zihninde bir okul tanımı vardır. Bu da okul ve öğretmenlerle kurdukları iletişimi etkiler.

Çocuklar okula bilinçli ya da bilinçdışı olarak anne ve babalarının umut ve beklentilerini yüklenerek gelirler. İlk yıllarda pek çok şey daha olumlu ilerlerken (ilkokula dair ebeveynlerin mutlu anıları olması), ikinci öğretim genellikle tüm acılı deneyimlerin ve suçlamanın hedefidir.

Çocuklar veya ergenler, bazen eve gider ve okulda uğradıkları bir haksızlıktan dolayı yakınırlarken, bunu anne babalarının sempatisini kazanmak veya hoşlanmadıkları bir öğretmenlerine sorun çıkartmak için yaparlar. Benzer şekilde, öğretmenler de çocuklar tarafından anne balarıyla sokuldukları bu rekabet tuzağına çoğu zaman düşebilirler. Kendilerinin daha fazla içgörü sahibi olduklarını, çocuğu anne balarından daha iyi anladıklarını düşünebilirler. Çocuklar bazen öğretmenlerini evde yanlış anlaşıldıkları, ihmal veya istismar edildikleri konusunda ikna ederler. Elbette bazen bu istismar gerçek bir durumdur ve müdahaleyi gerektirir, okullar da bu olasılığa karşı tetikte olur. Bütün bunlar, öğretmen ile ebeveynlerin birbirleriyle konuşmaları ve fikirlerini paylaşmalarına duyulan ihtiyacın göstergesidir.

Aileler ve okullar arasındaki ilişki, çocuklar zorluk yaşadığında her iki taraf için de daha sorunlu bir hale gelir. Okul müdürü tarafından çağrılmak bir çok anne babanın korkulu rüyasıdır. Sorulduğunda çoğu, bu tip bir durumda okul günlerine geri döndüklerini, korkunç hatalarından dolayı müdürün odasına çağrılmış gibi hissettiklerini söylemişlerdir. Zihinlerine üşüşen anılar yetişkin ebeveyn kimliklerini devam ettirmekte zorlanmalarına neden olmuştur. Bir çift, kendilerine kötü anne baba olduklarının söyleneceğinden korkmuş ve çocuklarının sorunlarından dolayı suçlanacak olma ihtimalinden dolayı endişelenmişlerdir. Sorun ne olursa olsun, henüz görüşme başlamadan küçümsendiklerini, eleştirildiklerini ve suçlandıklarını hissetmişlerdir.

Tüm bu ilişki ağları ve geçmiş yaşantılar göz önüne alındığında çocukların okula yaklaşabilmelerini ve bu alanda kurdukları ilişkileri sağlam bir zemine oturtabilmelerini sağlamak amacıyla okul-aile-idare işbirliği (ve elbette öğrenci ile beraber) oldukça önemlidir. Ailelerin okulun beklentilerini ve kurallarını anlayışla karşılayabilmesi, okulun da ailenin çocuğun deneyimleri üzerinden yaşadığı duyguya duyarlı olabilmesi gerekmektedir.

Paylaşmak güzeldir:
Yazan:

Psikolog